Özcan ALADAĞ


DÜNYANIN SONU GELDİ Mİ?

Ben uluslararası ilişkiler mezunu değilim ve bu işlerden anlayan "monşer " diye ötelenen dış ilişkiler mürekkebinin tadını bilen vatandaşlarla bir ilişkim de olmadı hiç.


Kıt aklımla ve artan yaşımla gündeme bakıp " Bu Türk - Rus dalaşması da nereden çıktı? " dediğimde " basit çıkarımlar "yapabiliyorum ancak. 
Geçen yüzyılın sonunda, Rusya´nın çift kutuplu dünyanın gerginliğini ve kendi halk katmanlarının çağa uygun yaşam beklentilerini artık tutamayacağının farkına varmasıyla kendi dönüşümünün fitilini de gene kendisinin ateşlediğini gördük. 
Klasik olarak sert ve uzlaşmasız Rus devlet adamlarının aksine Mihail Gorbaçov gibi ılımlı ve değişim yanlısı bir liderin önderliğinde gerçekleştirilen travmatik ama gerekli bir değişim, çift kutuplu dünya düzeninin sonunu getirmiş oldu. Glasnost ( açıklık, şeffaflık ) ve Perestroyka ( yeniden yapılanma ) ilkeleri üzerine inşa edilen bu süreç, köklü bir geçmişe ve sosyalizm gibi özünde eşitlikçi olma ilkesini savunan bir yönetim birimine dayansa da hantal, aksak, zamanın popüler trendlerine düşman ve içe kapanık Rus devlet yönetim sisteminin kökten değişimiyle sonuçlanmıştı. 
Berlin Duvarı yıkılırken, yıkılan sadece bir duvar değildi. Duvardan düşen her parça, eşitsizliğin yüceltildiği ve insanlar arasındaki uçurumları derinleştiren başta kapitalizm olmak üzere tüm sistemlerin galibiyetini de haykırıyordu. Bu düzenlerin yıllarca makyajlanmış tanıtımını yapan ve yenidünya düzenin önderliğini kimseye kaptırmayan ABD, böylece tek kutuplu dünyanın da tahtına kaygısızca kurulma hakkına kavuşmuş oluyordu. 
Amerika; Vietnam Savaşı gibi bir yüz karası savaşı halkına kahramanlık nutuklarıyla pazarlamıştı. Ama sonraki yıllarda gene kendi vatandaşlarının savaş karşıtı duruşları, filmleri, şarkıları, edebiyatı, basın ve tüm medyası sayesinde hem kendi halkının hem de tüm dünyanın eleştirilerine hedef olan yaralanmış gururunu ve egosunu tamir etme zamanı da gelmişti böylece. 
Burnunun dibindeki Küba ile olan gerginliğinde bile zırt pırt karşısına çıkan mahallenin diğer delikanlısı Rusya, kendi derdiyle uğraşabilmek için bir süreliğine ortalıktan çekilmişti artık. Mahalleyi hizaya getirmek için bu fırsat kaçırılmazdı ki! 
Ortadoğu´ya ayar vermek gerekiyordu. Ortadoğu da kesmezdi... 
Tüm dünyayı düzenlemek şarttı. Nasıl olsa karışan da pek olmayacaktı. Hazır tehdit azalmışken ve bölgede koşulsuz müttefikler de mevcutken bu fırsat yıllar boyunca kullanıldı. İki defa yapılan Irak´a demokrasi getirme operasyonları, bölgede gerek etnik ayrılıkçı terör gerek dindar terör örgütlerinin desteklenmesi, Arap Baharı ve Turuncu Devrimler hep bu mağrur ve küstah tek kutuplu dünya düzenin getirdiği sonuçlardı. Dönemin özeti şuydu; mahallenin abisi oyunu kurar, kuralları belirler, istediğini ve istediği kadar oynatır ve canı istemezse de oyuna son verirdi...
Lafı uzatmayalım Rusya´nın Suriye´deki olaya bir anda ve etkili bir şekilde dâhil olması bence bu tek kutuplu dünya düzenin de bitişinin resmi onayı oldu. Mahallenin bir süre uzak kalan delikanlısı tekrar sahaya hem de etkili bir şekilde geri döndü. Hem de bu defa yanına bir süredir dünya ticaretindeki etkinliği ve kendi dışa açılımını gerçekleştirmiş yapısıyla Çin ´in desteğini de alarak. 
Her ne kadar şimdilik bu bir cephe savaşı anlamı taşımasa da kadim dostlar (!) gene karşı karşıya. Suriye gibi kimin kim olduğu ve kime düşman olduğunun bile bilinemediği bir coğrafya bu pozisyon alış, er meydanındaki pehlivanların peşrev atmasıdır sadece. Ayaklar bundan sonra biraz daha denk alınmak zorunda kalınacaktır. Basitçe bakarsak olaya; tek kutuplu dünya öldü diyebiliriz sanırım.
Gelelim kısa vadedeki bu olaylarla bizimle ilgili olarak yapabileceğimiz çıkarıma. Her gün sınırları karadan, kimliği belirsiz yüzlerce mülteci veya terörist tarafından ihlal edilen ülkemiz hava sahası konusunda gayet hassas bir tavır takındı. 
Suriye olayında Esad( Esed) i saymazsak bazı benzer hassasiyetlerimiz ve düşman algılarımız olmasına rağmen Rusya ile gene olmaması gereken bir gerginlik durumu yaşandı. Böylece biz Suriye siyasetimizi hep denge ve diyalog zemininde kurmamız gerekirken gene taraf olmanın yükü ve zorluğu ile yaşamak yolunu seçmiş olduk. 
Bölgede kendi menfaatlerimizi önde tutarak tüm ülkeleri çözüme ortak olmaya zorlamamız gerekirken, karşımıza gene bazılarını alma tercihini öne çıkardık. Özellikle son yıllarda görünen pek bir sorunumuz olmayan ve doğalgaz, tarım, turizm, enerji gibi birçok alanda ticaret ve işbirliğimiz olan Rusya gibi bir ülkeyi hem de.
Uluslararası siyasette asıl başarı sorunlarla boğuşmak değil bu sorunların ortaya çıkmasını önlemektir. Bu günlerde kulaklarımızda eski bir cümle yıllar ötesinden gene çınlayarak önemini hatırlatacaktır.
"Yurtta sulh, cihanda sulh ..."