Özcan ALADAĞ


TERÖR KONUSUNA ONKOLOJİK BİR YAKLAŞIM


1983 ten beri ülkenin gündeminde terör var.

Dile kolay 32 yıl olmuş.

Bizler ufacık çocuklardık o zamanlar. Yol kesen, baskınlar yapan, devlet malına ve insanlara zarar veren "şakiler" olarak tanıttı bize haber bültenleri. Başları poşulu, elleri silahlı, yapacakları kestirilmez dağa çıkmış kişilerdi. İhtilal sonrası dönem için çok da anlaşılmaz değildi bu başıbozuk hareketler.

Nasıl olsa güçlü devlet yapısı bir şekilde bu bela ile baş edecekti. Doğal olarak herkes bunu umuyordu hatta emindi böyle olacağından. .

 Gelin görün ki, zaman geçtikçe bu bölgesel karakterli maraz devlet gövdesinin ta içine kadar işledi. Sadece bulunduğu organı yakıp kavuran, sızılar içinde bırakan bir halde kalmadı. Ucu dışarıdakilere kadar uzanan toplumsal, sosyal, siyasi, ekonomik , politik ve askeri kolları olan bir bela olarak serpildi, palazlandı. Önce bu görmezden gelindi, hatta inkar edildi.

Belirtiler aralıklıydı ve etkisi bir süre sonra unutuluyordu. Başka büyük dertlerin yanında önemsiz gibiydi. Askeri ve asayiş ile ilgili önlemlerle halledilirdi eninde sonunda. Şikâyetler tekrarlayınca nur topu gibi bir derdimiz olduğunu anlamıştık. Devlet bu belirtilere önce kendince palyatif ( geçiştirici, rahatlatıcı) tedbirler uyguladı, Bazen kızgınlıkla paldır küldür gitti üstüne, bazen görmezden geldi, bazen de sakin kalıp beklemeye geçti. Hatta ne pahasına olursa olsun çok agresif yaklaşıp hastalığı sersemlettiği zamanlar da oldu. Ama hastalık maligndi. Her bir hücreye nüfuz etmeye, kendi gibi davranmaya zorlayan bir tavrı vardı. Sabırsız, arsız ve sözden anlayacak gibi de değildi. .

Bir sürü değişik teşhis kondu bu süreçte. Adı bile değişti. Eğildi, büküldü, yumuşatıldı... Ama hastalık durmak bilmedi. Hatta tümör ana kitlesi bile ele geçirilip eksize edildi(!) ve vücudun güvenliği için patolojik tetkik yapılıp karantinaya alındı. Ama hastalığın yayılması engellenemedi bir türlü. Hastalık giderek daha organize ve daha agresif bir yöne doğru kaydı.

Bu azgın yapı vücudu ele geçirmeye uğraşırken en çok ezilen ve sıkıntı çeken hep sıradan vücut hücreleri oldu. Kimi çaresizlikten, kimi kandırılmışlıktan, kimi işine öyle geldiğinden, kimi de bana dokunmuyor nasıl olsa modunda bu maling gidişe ortak oldu. Artık vücut hala ayakları üstünde olsa da; bu sıkıntılı durum yaşam kalitesini bozan, en ufak rahatsızlıklarda bile fırsatçı enfeksiyonlar çıkaran, sık sık nüks etmekle vücudu tehdit eden bir hale dönüşmüştü. Her gün mikro kan kayıpları, arada abondan kanamalar, bazen şiddetli sancılar ve hareketlenmeler yaşamaya başladı. Sadece primer hastalıklı bölge değil, tüm vücut kendisini tehdit altında hissediyordu artık...

Gelinen nokta bu... . Bugün biliyoruz ki, hiçbir vücut bırakalım kanser bir köşede varlığını sürdürsün diyemez. Önlem alınmazsa gün gelir bu istila parmak ucundan başa kadar ulaşır. Metastazların verdiği sıkıntı hiçbir şekilde telafi edilemez hale gelir. Bazen insan keşke siyaset de tıp gibi uluslararası kabul gören tedavi protokollerine sahip olabilse diyor.

Çünkü bu belayla birlikte her geçen günümüz daha yıpratıcı oluyor. Sanki kollarındaki mecali azalmış, sabrı tükenmiş ve bir an önce kıyıya varmaya çalışan bir yüzücü gibi ayaklarımızın bir an önce karaya değmesini umarak geçiriyoruz zamanı. Siyasetin kendi dertleri arasındaki öncelik sıralamasında terör olayları kendi manevra alanındaki etkisine göre değerlendirildiği için, kesin tedavi amacıyla kliniğe yatış hep erteleniyor.

Hatta kanserli dokular alınganlık gösterir de daha agresif davranırlar diye "sorun" kelimesinin içi bile doldurulmaya çekinilerek zaman kaybediliyor. Ama hepimiz bu vatan denilen gemideyiz ve gemi bu yükü taşımakta her geçen gün zorlanıyor. . Sonuç olarak...

Bize aktarılanlar ve gördüklerim dışında ben de herkes kadar biliyorum ahvali. Ama gidişi hiç beğenmiyorum.

Her malign hastalıkta olduğu gibi her aşaması stresli, zor ve yıpratıcı bir durumun içinde debelendiğimizden eminim sadece.