Her toprağın bir bedeli vardır. Ama bizim topraklarımızın bedeli kanla, gözyaşıyla, yetim kalan çocuklarla, yüreği kavrulan analarla ödendi.
Ve ne acıdır ki, ödenmeye de devam ediyor.
Bu ülkenin her şehrinde, her köyünde, her yaylasında bir şehit mezarı var.
Bazılarının üstünde yıllar geçmiş, bazılarına ise daha taze bir toprak serpilmiş.
Bazılarının adı okullara, caddelere verilmiş, bazılarının adıysa sadece analarının dualarında yaşamaya devam ediyor.
Doğuda bir dağ başında terörist kurşunuyla, denizde boğulma tehlikesi altında görev yaparken, sınırda nöbet tutarken, görev başında geçirdiği kazayla, hatta yıllar sonra sağlık sorunlarıyla canını veren binlerce askerimiz, polisimiz, güvenlik görevlimiz var bu ülkede. Bu şehir, nice kahraman yetiştirmiştir.
Büyüyen her çocuk, bu bayrak için nefes almaya alışmıştır.
Ama ne yazık ki, her nefesin bir bedeli var bu ülkede.
Ve o bedel, bazen bir kurşunla, bazen bir bombayla, bazen de adı konmamış bir ihmalin sessizliğinde ödeniyor.
Ve ne yazık ki bizler, zamanla bu ölümlere alıştık. Alışmamalıydık. Şehitlik, bu milletin en kutsal mertebesidir.
Ama biz bu kutsallığı sadece “şehitler ölmez” sloganlarına sığdırdık.
Bayrağa sarılı tabutlar önünde fotoğraflar çektik, gözyaşlarını izledik…
Ve sonra sayfayı çevirdik.
Ama bu sayfaların altında unutulan hayatlar var.
Tıpkı geçtiğimiz günlerde metan gazı zehirlenmesi sonucu şehit olan 12 kahramanımız gibi...
Onlar terörle değil, ihmalle mücadele ederken can verdiler.
Ve bu, en az terör kadar acı, en az savaş kadar yıpratıcıdır.
O askerlerimiz bir sınır ötesinde değil, kendi vatan topraklarında, kendi güvenlik alanlarında can verdi.
Peki kim sorumlu?
Yeterli önlem alındı mı?
Daha önce yaşanan benzer olaylardan ders çıkarıldı mı?
Sorular çok ama cevaplar her zamanki gibi suskun.
Tam da bu noktada, biz gazetecilere önemli bir görev düşüyor.
Ama bu görev; kimseyi suçlamak, parmak sallamak değil.
Aksine; sorumluluğumuzu yerine getirip, unutturmamak, hatırlatmak, olanı olduğu gibi aktarmak.
Unutulanları hatırlatmak, sesi kısılanların çığlığı olmak, göz ardı edilen gerçekleri kalın harflerle yazmaktır.
Gazetecilik sadece haber yazmak değil; halkın hissiyatını, acısını, umudunu taşıyan bir köprü olmaktır. Bizler, şehit haberlerini duyururken sadece bir ölümün haberini vermeyiz;Bu olay sadece bir haber değil, hepimiz için bir uyarı olmalı.Bu vatanın evlatları, görev başında hayatını kaybediyorsa; bizler yalnızca yas tutmakla yetinemeyiz.
Sorumluluğumuzu hatırlamalıyız.
Sorgulamalıyız. Basın olarak bizlerin görevi sadece duyurmak değil; yaşatmak olmalı.
Her şehidin adı bir sayfada değil, halkın kalbinde yer bulmalı.
Her acı haberin ardından, sessizce geçen hayat değil, daha bilinçli bir toplum doğmalı. Her bayraklı tabut, bize yeniden sorumluluğumuzu hatırlatmalı.
Her anne feryadı, içimizdeki adalet duygusunu uyandırmalı.
Şehitlerimizi yalnızca törenlerde, yıldönümlerinde hatırlamayalım. O isimler sadece mezar taşlarında kalmasın.
Yaşayan bir hafızaya dönüşsün. Ve unutmayalım:
Bir bayrak dalgalanıyorsa, mutlaka bir yürek eksik atıyordur.
Ve o yürek, bizim kalbimizin tam ortasındadır.
Bir bayrak bir evin çatısında özgürce dalgalanıyorsa,
o evin duvarları bir şehidin emanetiyle ayakta kalıyordur. Şehitler ölmez demek kolay…
Ama onları yaşatmak cesaret ister.
Unutmayacağız.
Unutturmayacağız.
Bugün yalnızca metan gazı faciasında kaybettiğimiz evlatlarımızı değil,
Cudi’de, Gabar’da, sınır boylarında, çatışmalarda, nöbetlerde toprağa düşen tüm şehitlerimizi rahmet ve minnetle anıyorum.