TUĞBA KAN


DÜNDEN GERİYE

"Fikri hür olmayan bir milletin kendi de hür olmaz." Tuğba Kan


Bazen insan, kendi toprağında bile ayak izine yabancı olabiliyormuş.
Kendi dilinde konuşurken insanların sesi titrer oldu. Cümleler daha seçici hale geldi.
Bazen kendi öz vatanında bile yabancı gibi hissedilebiliyor hal aldı.
Ve son zamanlarda bu his, yalnızca bireysel bir kırgınlık değil; kolektif bir suskunluk haline geldi.

Düşüncelerini açıkça dile getirdiğin an, bir bakmışsın yalnızsın.
Hatta yalnızlıkla da kalmazsın; hedef gösterilirsin, dışlanırsın, yargılanırsın.
Oysa fikir, bir toplumun nefesidir. Düşünce, onun dirilişidir.
Gazetecilik, yazarlık ya da sade bir vatandaş olarak konuşmak, fikir belirtmek, eleştirmek en temel haktır.
Hele ki gazetecilik; tarafsız ve gerçek olanı, eğip bükmeden halkla buluşturmak gibi bir misyon taşır.
Gazetecilik cesarettir ve doğruyu söyleyebilmeyi gerektirdiğini öngörüyorum.

Ancak bugün, gerçekler rahatsız ediyor ne yazık ki.
Dürüstlük; naiflik, hatta saf olmakla suçlanıyor.
Doğruyu söylediğin anda bir taraf ilan ediliveriyorsun.
Toplum artık sadece ne söylediğine değil, ne zaman ve kimin için söylediğine bakıyor.
Gerçekler birer tehdit unsuru olarak görülüyor.
Ve düşünceler… Onlar da birer dava dosyasına, etiketlenmiş kimliklere dönüşüyor.

Artık insanlar konuşmaktan çekiniyor.
Eleştiri yapmak bir gelişim aracı değil, bir suçlama biçimi olarak algılanıyor.
İyileştirmek niyetiyle söylenen sözler, yargılamaya kurban gidiyor.
Sadece sokakta değil, sosyal medyada da durum aynı…
Sanal bir söz bile linç dalgasına dönüşebiliyor.
Bir paylaşım, bir kelime, bir görüş…
Hepsi bir anda sana karşı açılmış bir savaşın bahanesi haline geliyor.

Bir ülkede insanlar düşünürken bile temkinli davranıyorsa, orada sadece fikir özgürlüğü değil, insan ruhu da baskı altındadır.
Çünkü özgürlük yalnızca bir anayasa maddesiyle değil, yaşanmışlıkla hissedilir.
Ve biz bugün özgürlüğü yaşayamayan, sadece hatırlayan bir toplum haline dönüşüyoruz.

İnsanlar artık psikolojik baskı altında gerçekten eziliyor.
Elbette ki uyulması gereken toplumsal sınırlar, saygı ve denge olmalı…
Ancak asıl sorun, hak ve özgürlüklerimizin ve yaşam standartlarımızın farkına varamamakta.

Fikir özgürlüğü yalnızca bir hak değil, bir toplumun gelişim alanıdır.
Bir ülke eleştiriye kapalıysa, yeniliğe de kapalıdır.
Çünkü suskun bir toplum, önce haklarını sonra umudunu kaybeder.
Ve o toplumda zamanla en çok konuşanlar değil, en çok susanlar kazanır.
Ama ne yazık ki susanlar büyümez, susanlar iyileşmez.

Toplum sustukça, haklar körelir.
Haklar köreldiğinde ise herkes sus pus olur.
Ve bir ülke sessiz kaldığında; o sessizlik en derin yankı olarak geri döner.

Bugün geldiğimiz noktada, fikir beyan eden bir birey; fiziksel, sözsel ve hatta hukuksal bir tehditle karşı karşıya.
Bir düşünce, bir etikete dönüşüyor.
Bir cümle, bir mahkemeye konu oluyor.
Böyle bir ortamda yaşamak; sadece yazmak değil, nefes almak bile cesaret istiyor.

Ve en acısı ne biliyor musunuz?
Gerçekler toprağa gömülüyor ama hâlâ yaşayanlar var.
Görüp de susanlar, bilip de konuşmayanlar…
Çünkü herkes biliyor: Sıradaki susturulacak ses belki de kendi sesi olabilir.

Bir milletin özgürlüğü; onun konuşabilmesinden, eleştirebilmesinden ve gerektiğinde haykırabilmesinden geçer.
Bir fikrin suç olarak görüldüğü yerde, özgürlük sadece bir yanılsamadır.
Ama biz hâlâ umutluyuz…
Çünkü bu ülkenin sessizliği bile konuşmaya başladı artık.
Ve bazen bir sessizlik, bin çığlıktan daha çok şey anlatır.
Bende bugün sizlerin sesi olmak istedim.
Saygılarımla....