Faruk YİĞENOĞLU


Gelip Geçen Ömür

Her şey nihayetinde bir şeylere tekabül eder. Bakışlarımı kendime çevirdim. Göz önüne serdim bütün yaptıklarımı.


Gizli bahçenizde

Açan çiçekler vardı,

Gecelerde ve yalnız.

Vermeye az buldunuz

Yahut vaktiniz olmadı.

 

Behçet Necatigil

 

Her şey nihayetinde bir şeylere tekabül eder. Bakışlarımı kendime çevirdim. Göz önüne serdim bütün yaptıklarımı. İçinden insan gibi ama heyecanlı ama dürüst ama samimi olan kısımlarını düşündüm. Yapamadıklarımı düşündüm. Nihayetinde birileri yine gelecekti dünyaya onlar da düşünecekti benim gibi. Gecelerce dünyayı konuşacak, bir gecede dünyadan, böyle bir dünyada bir geceden geçip gideceklerdi. Böyleydi bu kervan. Neler olup bittiğini anlamadan geçip gidecek, neler yaptığımızı göz önüne sermeden göçüp gidecektik. Ömrün sermayesi nedir? Ne harcarsın, ne kazanırsın, ne kaybedersin?

 

Su gibi ama sızı gibi bazı şeyler. Kime kalmış bazı şeyler? Bir şeyler aradık, bir şeyler bulduk, bir şeyler yüz çevirdi, biz de bir şeylerden uzaklaştık. Duvardaki resim çerçevesini evirdim çevirdim, çıkamadım dünya işlerinden. Raflarda tozlandı kelimeler, gözlerim yollarda kaldı.

 

Sevdiklerim gönlümde, gönlüm ukbâda kaldı. Hesaplar kaldı ilişkiler ağında. Şebekelerde cevapsız aramalar. Arayanlar listesinde aradığını bulamayanlar. Bulduklarından razı olmayanlar. İnsan dünyaya rakip gelmiş gibi şampiyon olacakmış gibi yaşamak istiyor. Oysa herkes kendi bahçesinde bahçıvan, herkes kendi bahçesinde şampiyon olmalıydı. Gülü yetiştirenin gül kokusu değerli olmalıydı. Hasret yetiştirenin hasreti. Herkesin bahçesinin has olmasına vurulmalıydık.

Şimdilerde insanlar kumbara biriktiriyor. Kumbaralarda ilişkilerden sıyrılmışlık, benlik, kaygılar, kavgalar, çirkin şeyler ve paralar.

Oysa bahçe daha değerli değil miydi? Bahçe samimi bir yer değil miydi? Bahçe mahalle, vatan toprağı değil miydi?

Kendin olduğun yerdi bahçe. Çocukça şarkı söylediğin yer…

Yerimiz, yurdumuz değil miydi bahçe?

 

Dünya yükünü yüzüne bulaştırma. Dünyanın yüzünü kalbine. Uzak dur. Dünya tozlanan bir yerdir. Hamurunda çamur olanların, çamur atıp iz bıraktığı bir yer. Derinlik yok, aşk yok, bağrına basılası, elle tutulası heyecanlar yok. Birbiri üzerinde laflar sarf eden insanlar var artık. Türediler ve tükettiler. Tükettiler ve öğrettiler. Arkamızdan gelenlere öğrettikleri dava, zihniyet çatışmaları oldu. Muhabbet bağını talan ettiler. Sevgi diyarını ziyan ettiler. Gönül evlerini ateşe verdiler. Seyrediyorlar.   

 

“Hâl bilmez hoyratı sararsan başa

Ağustos günü başa kış gelir”

 

Böyledir bazı şeyler. Başımızı belaya sokar, hayatımızı ve yolculuğumuzu kenara atarız. Yolda yürüdüğümüzü unutur, unuttuklarımızla bir yerlerde dolanır dururuz. Gidenler aşkı unutmayanlar, gidenler muhabbet ateşini taşıyanlardır. Gidenler bağı bahçeyi satmayanlardır. Telaşlanmadan ve hesaba oturmadan dostluk kuranlardır. Bu dünyada bağ kuranlar, dünyayı kurtarma gayretinde değil asli gayeyi kurtaranlardır. Selamı yayanlar, suya yaklaşanlardır, ateşe yaklaşanlardır. Ürperenler, heyecanlananlardır.

Yağmur taneleri, kar taneleri birbirine değmeden nasıl düşerse toprağa, her bir insan da ayrı ve emsalsiz bir fıtratla iner yeryüzüne. Tıpkı aşk için toprakla buluşan kar taneleri gibi kah iner yeryüzüne, kah çıkar gökyüzüne.

Gel bizi âlemi seyredelim. Saf olana bakalım. Bir dostun bakışı heyecanlandırsın bizi.