2023 depreminin ardından depremi unutmuştuk sanırım yeniden hatırlattı kendini.
Dün saat 12.49 sularında İstanbul’da meydana gelen deprem, bizleri pek de şaşırtmadı. Çünkü bu bir "olasılık" değil; uzun süredir dillendirilen, bilimsel raporlarla desteklenen ve her fırsatta uzmanların uyardığı bir gerçekti. Marmara için beklenen büyük deprem, yıllardır konuşulan bir konu. Her açıklamada, her panelde, her televizyon programında tekrar tekrar dile getirildi:
“Deprem kapıda.”
“Hazırlıklı olunmalı.”
“Zemin etütleri yapılmalı, binalar güçlendirilmeli.”
Peki biz ne yaptık?
Tıpkı geçmişte olduğu gibi, yine kulaklarımızı tıkadık.
Çünkü bizim gündemimiz çabuk değişir. Acılarımız bile zamana yenilir. Unuturuz… Ya da unutmuş gibi yaparız. 2023’te yaşadığımız o büyük felaketin üzerinden sadece iki yıl geçti. O korkunç sabahı, yıkılan şehirleri, enkaz altından yükselen yardım çığlıklarını, kimsesiz kalan çocukları, kaybolan hayatları... Unuttuk mu gerçekten?
Hayır. Unutmamalıyız.
Çünkü o sabah yalnızca binalarımızı değil, insanlarımızı, umutlarımızı, hatta vicdanlarımızı da yitirdik. Ve ne yazık ki bugün, aynı hataları bir kez daha tekrarlıyoruz.
2023 depreminin yaraları hâlâ sarılmamışken, ondan ders almak gerekirken, neredeyse hiçbir somut adım atılmadı. “Bir daha olmasın” denildi, ama hazırlık yapılmadı. Önlem alınmadı. “Tedbir” kelimesi yalnızca konuşmalarda kaldı; eyleme dönüşmedi.
Deprem zaten “bangır bangır” geliyorum diyordu. Zira bu ülke genç ve hareketli bir deprem ülkesi.
İstanbul gibi bir megakent, milyonlarca insanın yaşadığı bu devasa şehir, böylesine büyük bir riske rağmen neden hâlâ bu kadar kırılgan? Neden hâlâ binlerce yapı depreme dayanıksız? Neden hâlâ acil durum planlarımız eksik?
İstanbul demek tarih demek. Bu kentin silüeti, geçmişin sesi, kimliğimizin bir parçası. Onu yalnızca beton bir yapıdan ibaret görmek büyük bir yanılgı. Diğer illerimizde olduğu gibi —Antep’te, Hatay’da, daha nicelerinde— tarihi dokular büyük zarar gördü. Aynı hatayı İstanbul’da da yapmamalıyız. Bu eşsiz şehir, geçmişiyle birlikte korunmalı. Silüeti silinip gitmesin.
Peki neden biz, bir toplum olarak, göz göre göre gelen bu felaketlere karşı bu kadar kayıtsızız?
Belki de en acı gerçek şu: Onca can kaybı, silinen hayatlar, yarım kalan hayaller... Toplumun geniş bir kesimi için derin bir anlam taşımadı. Yaşananlar bir süre konuşuldu; sonra yine gündelik telaşların, siyasi tartışmaların, magazin haberlerinin gölgesinde kayboldu.
Ama biz, kaybettiğimiz her canla, attığımız her umursamaz adımla geleceğimizi de yitiriyoruz.
Artık deprem gerçeğiyle yaşamayı öğrenmek zorundayız. Çünkü bu topraklar hareketli. Bu ülke bir deprem ülkesi. Bu kaçınılmaz. Ama hazırlıklı olmak, tedbir almak, canlarımızı ve şehirlerimizi korumak bizim elimizde
İstanbul'daki vatandaşlarımıza geçmiş olsun.
Yetkililerde bir zahmet taşın altına koysun artık elini...!