Bir coğrafya düşünün… Gökyüzünün mavisini unutan, çocukların gülüşlerini susturan, duvarları barutla soluyan bir şehir: Gazze.
Savaşın gündelik olduğu, barışın hayalden ibaret kaldığı bu topraklarda zaman, her gün aynı acıya uyanıyor. Dünya susarken, o sessizlikten çığlıklar yükseliyor.
Gazze sadece bir yer adı değil artık; bir annenin kucağında yitirdiği çocuğu, bir çocuğun oyun oynayamadığı sokakları, bir babanın çaresizlikle göğe bakan gözleri…
Burası, insanlığın vicdan aynası. Ve biz ne yazık ki her gün o aynaya bakmadan geçiyoruz.
Her haber bülteni, sadece birkaç saniyelik görüntülerle özetliyor yaşananları. Oysa o saniyeler, bir ömürlük acıyı taşıyor içinde.
Bir ev yıkılıyor, içinde hatıralar…
Bir okul susuyor, içinde gelecekler…
Bir sokak kanla yıkanıyor, içinde çocukluklar…
Sahi, kaç insanın yüreği sızladı bugün Gazze için? Kaç kişi sofrasına otururken, açlıkla sınanan bir ailenin gözlerini düşündü? Kaç kişi geceyi, bir bombanın sesiyle değil de vicdanının sesiyle böldü?
Bu yazı bir ağıt değil, bir çağrı.
İnsan kalabilmek adına, vicdanın susmaması gerektiğini hatırlatmak…
Çünkü Gazze, sadece orada değil; biz sustuğumuz sürece, her yerde ölüyor insanlık.