“Toplum, ahlaki değerlerini yitirdiğinde çöküş başlar. Binalar yerinde durur ama ruhlar yıkılır.”
— Carl Gustav Jung
Bir toplumun çöküşü gürültülü olmaz. Ne savaş çığlıkları duyulur ne de yıkılan binaların sesi... Asıl yıkım içeriden başlar. Sözüm ona kale içten yıkılır; sessizce, yavaşça ve çoğu zaman fark edilmeden. Bu çöküşe "sosyal çürüme" diyoruz: İnsanı insan yapan değerlerin bir bir yitimi...
Sokak köşelerinde gözlerini kısarak bakan gençlerin avuçlarındaki uyuşturucu poşetleri, yalnızca bir sağlık sorunu değildir. Bu, bir toplumun geleceğe olan inancını kaybettiğinin, sistemin dışına itildiğinin ve derin bir yalnızlığa sürüklendiğinin sessiz çığlığıdır. Uyuşturucu yalnızca bireyi değil, toplumun dokusunu da çürütür.
Küçücük dediğimiz Kozan bile bu girdabın içine düşmüş durumda. Üstelik yalnızca uyuşturucuyla sınırlı değil; başka karanlık boyutları da var artık...
Bir başka çöküş biçimi de kültürsüzlük. Gelenekten kopmuş ama moderniteyi de kavrayamamış bir kitle... Tükettikçe tükenen, izledikçe unutan, konuşurken düşünmeyen... Kitap yerine sosyal medya, düşünce yerine etiketler, empati yerine linç... Bu yeni toplum şekli, sosyal medya akımlarının ve hızlı tüketimin gölgesinde büyüyen bir karanlığa işaret ediyor.
Ve inançlar... Artık insanlar bir dine değil, görünmez tanrılara inanıyor: Para, güç, şöhret. Maneviyat, yerini maddiyata bıraktı. Umutlar sahte vaazlarda değil, dijital ekranlarda aranır oldu. Oysa inanç, bireyin içsel yolculuğuyken; şimdi gelip geçen bir trend, bir tüketim nesnesine dönüştü.
Siyaset mi? Artık bir hizmetten ziyade bir gösteri sergiler nitelikte .Gerçeklikten kopmuş sözler toplumu birleştirmek yerine kutuplara ayırıyor ne yazık ki. Halkı temsil etmek değil, yönlendirmek isteyen politik figürler, sosyal çürümenin başrol oyuncularına dönüşüyor.
Sosyal çöküş ,bir çürümenin tezini yazdirabilir bir millete... “Gelenekten kopmuş ama modernliği de kavrayamamış bir toplum, karanlıkta yönünü kaybeder.”