MÜFİDE NUR SEDEF


VİRAN OLMADAN İMAR OLMAZ

İnsan yıkıla yıkıla inşa eder kendini.


İnsan yıkıla yıkıla inşa eder kendini.
Kulağa acı geliyor, değil mi? Oysa hayatın en sahici sesi tam da buradan gelir: kırılmanın, dağılmanın, yeniden toparlanmanın sesinden… Çünkü insan, yalnızca başına taç konduğunda değil; o taç yere düştüğünde, hatta parçalandığında büyür aslında.
Her yıkılış bir tür imardır.
Her enkazın altında, yeniden ayağa kalkmayı bekleyen bir “ben” vardır. Fakat bunu fark etmek zaman ister. Çünkü yıkılmak kolay değildir; hele ki kendi ellerinle kurduğun duvarların altında kalıyorsan. İnsan bazen bir sözle, bazen bir susuşla, bazen de bir gidişle çöker. O çöküş, dışarıdan bir yıkım gibi görünür ama içerde, sessiz bir inşa başlar.
İmar olmak için viran olmak gerekir bazen.
Yıkılmadan, kimse kendini tam anlamıyla tanıyamaz. Kendi karanlığını görmeden ışığın kıymeti anlaşılmaz. Hayat, insanı defalarca sınar; kimi zaman sevdiklerinden, kimi zaman inandıklarından, kimi zamansa kendinden vazgeçirir. O vazgeçişlerin içinde büyür insan. Her kayıp, bir öğreti bırakır; her yara, bir harita çizer.
Toplum bize hep dimdik durmayı öğretir.
Oysa eğilmeden, çökmeyi bilmeden kök salınmaz. Ağaç bile büyüyebilmek için toprağı deler, karanlığa girer. Bizse, her sarsılışta “neden ben?” diye sorarız. Oysa doğru soru belki de şudur: “Bu yıkımdan sonra kim olacağım?”
İnsan, kendi enkazından doğduğu sürece insandır.
Bir gün geriye dönüp baktığında, seni sen yapan şeylerin ne kadar acı verici olduğunu fark edersin. Ama o acılar, seni yeniden şekillendiren ustalardır aslında. Hiçbir mimar, kusursuz bir yapıyı ilk seferde kurmaz; defalarca yıkar, yeniden dener. İnsan da öyle… Kalbini, umutlarını, inancını her defasında biraz daha sağlam temellere oturtarak inşa eder.
Ve sonunda, bir sabah uyanırsın;
Artık kimseye benzemezsin.
O eski sen çoktan yıkılmıştır, ama yerine yükselen “yeni sen” çok daha dirençlidir.
İşte o zaman anlarsın: yıkılmak, aslında yeniden doğmaktır.