MÜFİDE NUR SEDEF


YANAN ORMANLAR, KÜL OLAN GELECEK

Her yaz mevsimi geldiğinde içimizi sıkan bir başka sıcak başlar bu ülkede: Çünkü artık bu ülkede yaz sadece tatil değil, alarm demek.


Her yaz mevsimi geldiğinde içimizi sıkan bir başka sıcak başlar bu ülkede: Çünkü artık bu ülkede yaz sadece tatil değil, alarm demek.
Her yıl, her yaz, “Acaba bu kez nerede yanacağız?” sorusuyla geçiyor. Yaz ayları gelip sıcaklıklar yükselmeye başladığında, Türkiye bir başka korkuya uyanıyor: Yangın. Her yıl aynı senaryo, her yıl aynı acı tekrar ediyor. Bu yıl da Ege’den Akdeniz’e, Güneydoğu’dan İç Anadolu’ya kadar birçok noktadan dumanlar yükseliyor. Kuşlar kaçıyor, arılar yok oluyor, dağlar ağlıyor. Biz ise hâlâ “Neden böyle oldu?” sorusunun arkasına sığınıyoruz. Bu yıl da farklı olmadı. Adana’nın Kozan ilçesinden  Boztahta Yaylası’ndan gelen görüntülerde alevler ormanı bir yorgan gibi sarmıştı. Rüzgârla birlikte büyüyen yangın, yalnızca çamları değil, köylülerin umutlarını da yuttu. Köyler boşaltıldı, hayvanlar telef oldu, çocuklar korkuyla ağladı.

Ve biz yine o tanıdık cümleleri duyduk:
“Yangına havadan ve karadan müdahale ediliyor.”
Ama hep geç, hep eksik, hep yarım...

Oysa yangın sadece ağaçları yakmıyor.
Bir yangında yanan bir orman değil, bir yaşam biçimidir.
Bir ağacın gölgesi, bir kurdun sığınağı, bir kuşun yuvası, bir çocuğun hayalidir.
Yanan bir dağ, bir yayla, bir köy; aslında bizim geleceğimizdir.

Sadece doğal felaket değil bu. Bu yangınlar aynı zamanda insan eliyle büyüyen bir ihmal zincirinin sonucudur. Yıllardır yapılmayan denetimler, kullanılmayan yangın söndürme uçakları, alınmayan tedbirler, bir kenara bırakılan orman yolları... Ve belki de en tehlikelisi: Umursamazlık.

Bu ülkede ormanlar cayır cayır yanarken, bazıları hâlâ “rüzgar şiddetliydi, yapacak bir şey yoktu” diyebiliyor.
Ama soruyorum:
Yangın çıkmadan önce o rüzgarı neden hesaplamadınız?
Neden yıllardır yaz aylarında yangın çıkabileceğini bile bile önlem almadınız? Neden bu ülkenin en kıymetli varlığı olan ormanlara, bu kadar az bütçe, bu kadar az özen, bu kadar çok ihmal ayrıldı?

Her yangından sonra “soruşturma başlatıldı”, “sabotaj ihtimali değerlendiriliyor” deniyor. Ama yıllardır aynı yangınlar çıkıyor ve kimse gerçekten sorumluluk almıyor. Bir ülkenin ormanları göz göre göre yanarken susmak, sadece bir zayıflık değil, bir suçtur.

Artık anlamamız gereken bir şey var:
Orman sadece ağaç değildir.
Orman; suyumuzdur, toprağımızdır, temiz havamızdır.
Orman; ekonomidir, tarımdır, turizmdir, yaşamdır.
Ve orman; gelecektir. Eğer bu felaketlere hâlâ sadece “doğal afet” deyip geçiyorsak, hâlâ yanan ağaçları sadece odun sanıyorsak, hâlâ bir çocuğun orman sevgisini bir istatistikten ibaret görüyorsak…
O zaman biz zaten çoktan yanmışız demektir.

Çünkü bu yangınlar sadece ağaçları değil,
bu toplumun vicdanını, hafızasını ve sorumluluk duygusunu da kül ediyor. Bugün yanan orman, yarın nefessiz kalacak bir şehir olabilir.
Bugün yanan dağ, yarın ekilmez hale gelen bir tarla olabilir.
Bugün yanan yuva, yarın göç eden bir köy, tükenen bir yaşam biçimi olabilir.
Yangınlar çıktığında değil, çıkmadan önce tedbir alınmalıdır.
Yangınla mücadele, sadece olay anında hortum uzatmakla değil, yıl boyunca yapılan planlamayla mümkündür.
O yüzden artık susmak değil, konuşmak zorundayız.
İzlemek değil, harekete geçmek zorundayız.
Unutmak değil, hesap sormak zorundayız.

Bu ateş ancak el birliğiyle, bilinçle, kararlılıkla söner. Ve belki o zaman, ormanları değil; geleceğimizi yeşertmeye başlarız.